Kitap

Mickey7: Theseus’un Gemisi

   Burak Çetinkaya       Mayıs 2025

Mickey7: Theseus’un Gemisi

 

Filozoflar Theseus'un Gemisi paradoksuyla şu soruyu sorar: Tüm organları zamanla tek tek değiştirilen bir insan başlangıçtakiyle aynı kişi midir? Hayatımız boyunca vücudumuzdaki tüm atomlar doğal şekilde yenileriyle değişse bile, yaşamı sürenin tek bir kişi olduğu söylenebilir mi​? Günlük hayatımızdan düşünelim. On yıl önceki halimize göre dış görünüşümüz, hatta bazı huylarımız değişmiş olabilir ama yine de kendi sürekliliğimize inanırız. Bu inancı mümkün kılan, değişim içindeki özümüzün, anılarımızın, bilincimizin aynı kaldığı duygusudur. Theseus'un Gemisi paradoksu, işte bu özün gerçekten ne kadar aynı kaldığını sorgulayarak kimliğin sınırlarını araştırıyor.

Edward Ashton'ın bilimkurgu romanı Mickey7, Theseus'un Gemisi paradoksunu Asimov gibi bilimkurgu dünyasına taşıyor. Romanın başkahramanı Mickey Barnes, Niflheim gezegenini kolonileştirmek üzere yola çıkan bir ekibin "Harcanabilir" elemanı olmayı kabul eder. Harcanabilir, en tehlikeli görevlere gönderilen ve ölmesi halinde yerine yeni bir klonu geçirilen işçi anlamına gelmektedir. Mickey her öldüğünde, önceki anılarıyla donatılmış yeni bir bedenle tekrar hayata döndürülür​. Sekiz yıl içinde yedi kez ölmüştür. Yedinci bedeninde yaşarken bir görevde öldü zannedilir. Ekip arkadaşları yeni bir klon üretir ve Mickey8 doğmuş olur. Mickey7 olarak yaşarken Mickey8 ile yüz yüze gelen Mickey, varoluşunun temel sorusuyla karşı karşıya kalır: Mickey7 hâlâ orijinal Mickey Barnes mıdır, yoksa ondan geriye sadece bir kopya mı kalmıştır? Ashton, romanında Mickey'nin ağzından Theseus'un Gemisi paradoksunu anımsatarak, ardışık yeniden dirilişlerin onu aynı kişi mi yoksa bambaşka biri mi yaptığını sorgular​. Yani, bir insan yedi kez ölür ve yerine yedi beden bırakırsa, hâlâ aynı kişi olarak mı kalır?

Mickey başlangıçta bu döngüyü kabullenmiş görünür; defalarca ölmenin kaçınılmaz olduğunu bilerek kaderine razı gibidir. Fakat hayatta kalıp Mickey8 ile karşılaşması, onun bu kabullenişini sorgulatır.

Hatıralarım korunduğunda ben hâlâ "ben" miyim? Yoksa her ölüşümde aslında ölen benliğim mi oluyor? Mickey7'nin Harcanabilir olması yaşamının diğer kolonicilerden daha mı değersiz olduğu anlamına gelir? Hafızası yeni bedene aktarılıyorsa hâlâ aynı kişi midir, yoksa her yeniden doğuşta tamamen yeni bir birey mi ortaya çıkar​? Roman boyunca Mickey'nin iç sesi bu sorularla boğuşur. Mizahi ve kendine has üslubuyla yaşadığı dehşeti anlatırken, okur olarak onun derin yalnızlığını ve kafa karışıklığını hissederiz. Defalarca ölmek ve uyanmak, Mickey'nin zihninde giderek bir kimlik erozyonuna yol açar: Her dirilişte kendinden bir parça daha uzaklaştığını, orijinal Mickey'den geriye sadece gölgelerin kaldığını sezmeye başlarız.

Mickey'nin bu kimlik krizi, etrafındaki insanlar tarafından da körüklenir. Kolonide birçok grup ona gerçek bir insan gibi davranmaz; örneğin dindar "Natalist" gruba göre Mickey gibi klonların bir ruhu yoktur, onun bir kopya olmasından rahatsız olurlar veya onu sadece tuhaf bir merak nesnesi olarak görür​ler.

Mickey'nin yaşadıkları yalnızca bireysel bir trajedi değil aynı zamanda modern teknolojiyle şekillenen bir çağın felsefi yansımasıdır. Fransız düşünür Jean Baudrillard'ın simülasyon kavramı, Mickey'nin durumuna ışık tutar niteliktedir. Baudrillard, günümüz dünyasında gerçeğin yerini simülakrların - yani aslı olmayan kopyaların - aldığını öne sürer. Özellikle klonlama konusunda çarpıcı bir tespiti vardır: Klonlama, beden tarihinin son aşamasıdır; birey soyut genetik bir formüle indirgenir ve seri üretilmeye mahkûm hale gelir. Bu sürekli kopyalama sürecinde asıl olanın eşsizliği yitip gider; orijinal bir benlikten söz etmek imkânsızlaşır çünkü özgün olan çoktan kopyaların arasında eriyip kaybolmuştur​. Baudrillard'a göre beden, artık bir bilgi yığını ve veri deposu olarak görülmeye başlanır, adeta veri işleme için yeme dönüşür ve sınırsızca yeniden üretimin nesnesi haline gelir​. Artık orijinale dönüş imkânı yoktur; kopyalar çoğaldıkça hangisinin gerçek olduğu sorusu anlamını yitirir​.

Mickey7 romanında Mickey'nin ardı ardına yaratılan bedenleri tam da böyle bir simülasyon zincirini andırır. İlk Mickey Barnes'ın bedeni ve belki de "ruhu" çoktan toprağa karışmıştır; geriye, onun anılarını taşıyan bir dizi klon beden kalmıştır. Her yeni Mickey, bir öncekisinin simülakrı gibidir. Mickey'nin bilinci dijital kayıtlara, bedeni gerektiğinde "basılıp" çoğaltılabilecek bir nesneye indirgenmiştir. Bu anlamda bedeni ve bilinci metalaşmıştır. Koloninin ihtiyaç duyduğunda tüketip yerine koyabildiği, yenilenebilir bir kaynak haline gelmiştir. Zaten roman da bizi tam bunu düşünmeye zorluyor: İnsan hayatını bu şekilde yenilenebilir bir kaynak gibi ele almanın ahlâki bedeli nedir​?

Mickey'nin hikâyesi, modern dünyada teknolojinin insanı araçsallaştırmasına bir başkaldırı gibidir. Her ne kadar Mickey'nin yaşamı kolonide "ucuz" görülse de onun anıları ve duyguları gösterir ki bir kopya bile olsanız acı çekebilir, sevebilir, mücadele edebilirsiniz. Mickey, kendi varlığı üzerinden, bir insanı insan yapan şeyin bedeninin özgünlüğü değil deneyimlerinin ve hislerinin derinliği olduğunu kanıtlamaya çalışır.

Mickey7, okurunu ne tam bir umutsuzluğa ne de kolay bir çözüme yönlendiriyor. Aksine, insanın kendi özüyle ilgili soruların açık uçlu kalabileceğini hatırlatıyor. Mickey'nin hikâyesi biterken, bizde hem duygusal bir iz hem de zihinsel bir kıvılcım bırakıyor: Belki de önemli olan, cevapları hemen bulmak değil bu zor sorularla yaşamayı öğrenmektir; tıpkı Mickey'nin yaptığı gibi, varoluş mücadelesine devam etmek...

 

 

Yazar'a ait Diğer Yazılar

Öykü
Kama

Kama

Burak Çetinkaya

Burak Çetinkaya1995 yılında Bakırköy'de doğdu. Mor ve Ötesi ve Büyük Ev Ablukada dinlemiyor. Kapuska seviyor ve pembe çoraba bayılıyor.