Edebiyat

Wells ve Asimov’un Yapıtlarına Mukayeseli Bir Bakış

   Dr. Tolga Ersoy       Temmuz 2024

Wells ve Asimov’un Yapıtlarına Mukayeseli Bir Bakış

Hem Wells hem de Asimov, tarihsel temaları bilimkurgularına dahil ederken, bunu konuya ilişkin benzersiz bakış açılarını yansıtan farklı şekillerde yaparlar.

Bilimkurgu literatürü; insan eylemliliği, toplumsal yapılar ve gerçekliğin doğası hakkındaki derin felsefî soruları keşfetmek için uzun zamandır bir tür platform işlevi görmektedir. Bilimkurgunun iki büyük ismi olan Herbert George Wells (1866-1946) ve Isaac Asimov (1920-1992) tarafından kaleme alınan yapıtlarda, bu temaların derinlemesine ele alındığını, tarihsel determinizm ve bunun çağdaş toplumlar üzerindeki etkilerine dair uzun yıllara dayalı tefekkürün izlerini görmekteyiz. Bu iki yazar, yaratıcı kurguları ve özgün anlatımlarıyla, okuyucuları insanlığın durumunun karmaşıklığıyla yüzleştirmektedir. Keza, yapıtlarında insanlık tarihinin muhtelif meseleleri farklı bağlamlarda ele alınmıştır.
Bilimkurgunun öncülerinden biri olarak bilinen Wells, öykülerini genellikle çağdaş toplumu eleştirmek ve bilimsel ilerlemelerin potansiyel sonuçlarını keşfetmek için bir platform olarak kullanmıştır. Asimov ise sert bilime odaklanması ve kurguları aracılığıyla sosyal ve bilimsel kavramları keşfetmesiyle tanınan üretken bir yazardı.
Bu iki yazarın ortak bir yanı da, sadece bilimkurgu yapıtlarında tarihsel meselelere yer vermeleri değil, doğrudan tarih yazmış olmalarıdır.
Wells'in 1919 yılında fasiküller halinde neşredilmeye başlayan ve tek bir kitap halinde 1920 senesinde basılan The Outline of History [Tarihin Ana Hatları] adlı yapıtı, insanlık tarihi ve toplumsal dinamikler hakkında zengin bir anlayışa sahiptir. Sosyal Darwinciliğe dayalı bir bakışla kontrolsüz bilimsel ilerlemenin sonuçlarının da tartışıldığı bu tarihsel yapıtı bizim açımızdan özel kılan bir husus da, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Nutuk'ta doğrudan zikredilmiş olmasıdır. Şöyle ki;
"Hakiki mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir! Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz!
"Efendiler, İngiliz müverrihlerinden Wells, iki sene evvel intişar eden bir tarih yazdı. Eserinin son sahifeleri ‘dünya tarihinin müstakbel safhası' unvanı altınta birtakım mütalâatı ihtiva eder.
"Bu mütalâata istihdaf olunan mesele; ‘Un gouvernement fédéral mondial', ‘cihanşümul bir ittihadî hükümet'tir.
"Wells, bu mephaste, cihanşümul bir ittihadî hükümetin nasıl tesis olunabileceğini ve böyle bir devletin esaslı bazı farik hatları hakkındaki tasavvurlarını serdediyor ve adaletin ve tek bir kanunun saltanatı altında küremiz nasıl bir halde bulunacaktı; bunu tahayyül ediyor.
"Wells, ‘bütün hâkimiyetler tek bir hâkimiyet içinde izabe olunmazsa, milliyetlerin fevkında bir kuvvet meydana çıkmazsa dünya mahvolacaktır' diyor ve ‘hakiki devlet, asrî hayat şeraitinin bir zaruret haline getirdiği cihan hükümeti müttehidesinden başka bir şey olamaz'; ‘muhakkaktır ki insanlar, kendi icatları altında ezilmek istemezlerse er veya geç birleşmeye mecbur olacaklardır' mütalâalarında bulunuyor.
"‘Beşeriyetin tesanüdü hakkındaki, büyük hulyanın nihayet fiile çıkması için ne yapması ve neyin önüne geçmek lâzım geleceği sahih olarak bilinmediği' ve ‘mütecaviz bir siyaset-i hariciye ananesine malik olan devletlerin, cihanşümul bir ittifak-ı düvelî tarafından güçlükle temsil olunabileceği' de dermeyan ediliyor. Wells'in ‘Avrupa ve Asya felâketleri ve müşterek ihtiyaçları, belki dünyanın bu iki kısmındaki kavimlerin bir dereceye kadar birleşmesine medar olacaktır', ‘olabilir ki, bir sıra kısmi ittihatlar, cihanşümul bir ittihadın husulüne takaddüm eder' mütalâalarını da kaydedeyim.
"Efendiler, bütün beşeriyetin, tecrübe, malûmat ve tefekkürde teali ve tekemmülü; Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden sarfınazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş âlemşümul sâf ve lekesiz bir dinin teessüsü ve insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyat, kaba arzu ve iştahlar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekâları zehirliyen ufunet tohumlarına galebe etmeye karar vermesi gibi şeraitin husulünü müstelzim olan bir ‘cihanşümul ittihadî hükümet' tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz."[1]
Wells'in bu yapıtı, Atatürk'ün talimatıyla Maarif Vekâleti'nin emir ve tensibi ile müderris ve muallimlerden müteşekkil bir heyet tarafından Cihan Tarihinin Umumi Hatları başlığıyla 1927-1928 yıllarında dilimize çevrilmiş ve beş cilt halinde neşredilmiştir.[2] Keza bu yapıt, erken Cumhuriyet döneminde geliştirilen Türk tarih tezine de doğrudan tesir etmiştir.[3]
Wells'in, yukarıda zikrettiğimiz yapıtının özeti mahiyetinde kaleme aldığı A Short History of the World [Kısa Bir Dünya Tarihi] adlı yapıtı da dilimize 1959 yılında Ziya İshan tarafından çevrilmiş ve Varlık Yayınları'nca neşredilmiştir.[4] Bu yapıtın "Mekân İçinde Dünya" başlıklı bölümünde, Wells amacını şu şekilde belirtmiştir:
"Dünyamızın hikâyesi hâlâ pek eksik olarak bilinen bir hikâyedir. Bundan iki yüzyıl önceye kadar insanlar yalnız son üç bin küsür yılın tarihini biliyorlardı. Ondan evvel olup bitenler birtakım efsane ve nazariyelere mevzu teşkil ediyordu. Medenî dünyanın büyük bir kısmında dünyanın İsa'dan önce 4004 yılında birdenbire yaratıldığına inanılıyor ve bu yolda öğretim yapılıyor, fakat bilginler bu olayın o yılın ilkbaharında mı yoksa sonbaharında mı meydana geldiği hususunda müttefik bulunmuyorlardı. Hayal eseri olan bu kesin ifadeli hatâ bir taraftan Tevrat metninin haddinden fazla lafzî bir tarzda yorumlanmasına, bir taraftan da bu mesele ile ilgili birtakım keyfî din faraziyelerine dayanıyordu. Din mürebbileri o zamandan beri bu düşünceleri terk ettiler, bugün içinde yaşadığımız kâinatın görünüşe göre pek büyük ve belki de sonsuz bir zamandan beri var olmuş bulunduğu kabul ediliyor. Hiç şüphe yok ki, bu görünüşün bizi yanıltan tarafları olabilir, çünkü bir odanın iki nihayetine karşılıklı aynalar koymak suretiyle de o oda sonsuz gibi görünebilir. Fakat içinde yaşadığımız kâinatın sadece altı yedi bin yıllık bir hayatı olduğu fikri bugün tamamiyle çürümüş bir fikirdir."[5]
Wells'in tarihinin getirdiği yenilik, hiç şüphesiz yazarın kendi dönemindeki bilim ve disiplinlerin verilerinden istifade ederek, bilimsel perspektifle kaleme alınmış bir yapıt olmasından kaynaklanmaktadır.
Wells'in tarihe derin bir ilgisi vardı ve bu, Zaman Makinesi ve Dünyalar Savaşı romanları da dahil olmak üzere birçok yapıtında açıkça görülmektedir. Zaman Makinesi'nde Wells, tarihin döngüsel doğası ve toplumsal çürüme ve gerileme potansiyeli üzerine düşünerek insanlığın geniş dönemler boyunca geçirdiği evrimi incelemektedir. Kahramanın uzak geleceğe yaptığı yolculuk aracılığıyla Wells, kendi çağdaş toplumuyla paralellikler kurarak gerek sınıf mücadelesi, gerekse medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü üzerine yorumlar sunar.[6] Mesela bu yapıtında, erkek ve kadın arasındaki toplumsal roller ve meslek farklılıklarının tarihsel bir zorunluluğun neticesi olduğunu eleştirel bir şekilde belirtir:
"Bu insanların huzurlu ve güvenli bir hayat sürdüklerini görünce, cinsiyetler arasındaki bu yakın benzerliğin beklenmedik bir şey olmadığını düşündüm; çünkü erkeğin gücü ile kadının uysallığı, aile kurumu ve kadın ve erkek mesleklerinin farklığı, bedensel güç çağının baskıcı zorunluluklarından başka bir şey değildir."[7]
Aynı yapıtta medeniyetin yükseliş ve çöküşü temaları, farklı bir perspektiften ele alınmıştır:
"Otomatik bir uygarlık ve yozlaşmış bir insanlıkla karşı karşıya olduğum yolundaki ilk başlardaki görüşlerime olan inancımın uzun sürmediğini itiraf etmeliyim. Ne ki, aklıma bir başka görüş de gelmiyordu."[8]
"İnsanlığın düşlemiş olduğum büyük zaferi kafamda farklı bir biçime bürünmüştü. Ahlak eğitimi ve ortaklaşa çalışmada benim hayalini kurduğum gibi bir zafer elde edilmemişti. Bunun yerine, yetkinleştirilmiş bir bilimle donatılmış ve bugünkü sanayi sistemine mantıklı bir yoldan varmaya çalışan gerçek bir aristokrasi görüyordurn. Zaferi, yalnızca doğaya karşı bir zafer değil, doğaya ve insan kardeşlerine karşı bir zafer olmuştu. Yalnız bilmelisiniz ki, bu o sıralardaki benim kuramımdı. Ütopya kitaplarında olduğu gibi bana yol gösterecek bir rehberden yoksundum. Açıklamam tümüyle yanlış olabilir. Ama yine de en mantıklısı olduğu kanısındayım. Ne var ki, bu tahminde bile, en sonunda erişilen dengeli uygarlık doruğuna çoktan varmış da artık çöküşe geçmiş olmalı. Yukarıdünyalılar'ın eksiksiz bir güvence içinde olmaları, onları yavaş yavaş yozlaşmaya, beden, güç ve zeka bakımından genel bir gerilemeye yönelmişti. Bunu daha şimdiden açık seçik görebiliyordum."[9]
Keza Wells, insanın çevresiyle tam uyum sağlamasının nasıl bir risk taşıdığını da eleştirel bir şekilde ifade etmiştir:
"Değişimin, tehlikenin ve güçlüklerin altından zihinsel çokyönlülükle kalkılması görmezden geldiğimiz bir doğa yasasıdır. Çevresiyle tam bir uyum sağlamış bir hayvan, kusursuz bir düzenektir. Alışkanlık ve içgüdü işe yaramaz hale gelmedikçe, doğa zekaya hiçbir zaman başvurmaz. Değişimin ve değişim gereksiniminin olmadığı yerde zeka da olmaz. Ancak çok çeşitli gereksinimleri ve tehlikeleri gidermek zorunda kalan hayvanlar zekadan yararlanırlar."[10]
Dünyalar Savaşı romanında ise, Wells insanoğlunun kıyıcılığının çok sert bir eleştirisini yapmaktadır:
"Üstelik onları acımasızca yargılamaya kalkmadan, bizim kendi cinsimizin de yalnızca soyu tükenmiş olan bizon ve dodo kuşu gibi hayvanlara değil, kendinden aşağı gördüğü ırklara da ne kadar gaddarca ve kıyasıya bir kıyım uyguladığını da unutmamalıyız. Tasmanlann, insana benzemelerine karşın, Avrupalı göçmenlerin elli yıl boyunca yürüttükleri bir yok etme savaşı sonucunda kökleri kazınmıştı.! Merhamet havariliği bize mi kalmış ki, Marslıların aynı ruhla savaşmalarından yakınalım?"[11]
Wells'in toplumsal değişim potansiyeline olan inancı ve çağdaş topluma yönelik eleştirileri bilimkurgu romanlarında son derece belirgindir.[12] Bu yaklaşımı, insanlık tarihine olan tetkikleri neticesinde şekillenmiştir.
Tıpkı Wells gibi, tarih yazmış bir diğer bilimkurgu yazarı da Isaac Asimov'dur. 1991 yılında Asimov's Chronology of the World: The History of the World From the Big Bang to Modern Times [Asimov'un Dünya Kronolojisi: Büyük Patlama'dan Modern Zamanlara Kadar Dünya Tarihi] başlığıyla neşrettiği ansiklopedik yapıtı, Büyük Patlama'dan yazarın dönemine kadar süren gelişmeleri kapsayan, o tarihe kadar kaleme alınmış en kapsamlı kronolojidir.[13] Bu çalışması haricinde Antik Yakın Doğu'yu The Near East; 10,000 Years of History [Yakın Doğu: Tarihin 10.000 Yılı][14] ve The Land of Canaan [Kenan Diyarı][15] yapıtlarında tetkik eden Asimov, Antik Mısır medeniyetini The Egyptians [Mısırlılar][16], Antik Yunan medeniyetini The Greeks: A Great Adventure [Yunanlılar: Büyük Bir Macera][17] yapıtlarında ele almıştır. Antik Roma tarihini ise The Roman Republic [Roma Cumhuriyeti][18] ve The Roman Empire [Roma İmparatorluğu][19] yapıtlarında incelemiştir. Roma İmparatorluğu'nun çöküş sürecini ve Avrupa'nın karanlık çağları üzerine kaleme aldığı The Dark Ages [Karanlık Çağlar][20] yapıtını takip eden Constantinople: The Forgotten Empire [Konstantinopolis: Unutulmuş İmparatorluk] başlıklı çalışması ise genel bir Bizans tarihidir.[21] Bu çalışmaları haricinde de muhtelif tarih çalışmaları mevcuttur. Tüm bu yapıtların kaleme alınış tarihlerine baktığımızda, Asimov'un altmışlı yılların ortalarından yetmişlerin ortalarına kadar yoğun bir tarih tefekkürü içinde olduğu görülmektedir.
Ancak Asimov'un belki bu çalışmalarına da temel teşkil edecek olan ve oldukça derin bir tarih felsefesine dayanan yapıtı Foundation [Vakıf][22] romanı ile başlayan ve farklı tarihlerde kaleme alınmış romanlarla da devam eden Vakıf serisidir. Asimov, bilim kurgu eserlerinde genellikle bilim ve teknolojinin insan uygarlığını şekillendirmedeki rolüne odaklanmıştır. Vakıf serisi, büyük nüfusların geleceğini tahmin etmek için tarih, sosyoloji ve matematiği birleştiren kurgusal bir bilim olan "psikotarih" kavramı etrafında şekillenir. Asimov'un bu serideki tarih araştırması daha deterministtir ve insan eylemlerinin büyük ölçekte tahmin edilebileceği ve manipüle edilebileceği fikrine odaklanır. Asimov'un Vakıf serisinde, İngiliz tarihçi Edward Gibbon'ın The History of Decline and Fall of the Roman Empire [Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi][23] başlıklı anıtsal yapıtından etkilendiği bilinmektedir.[24] Asimov'un tarih anlayışı, birçok anlatısının temelini oluşturmuş, medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü ve bilimsel ilerlemenin etik sonuçları gibi karmaşık kavramları keşfetmesine olanak sağlamıştır. Asimov'un kurgusunda tarih, sosyoloji ve sert bilim unsurlarını bir araya getirme becerisi, hayal ettiği dünyaların derinliğine ve karmaşıklığına katkıda bulunmuştur.
Asimov, Vakıf serisinde merkezi bir konumdaki kurgusal bir disiplin olan "psikotarih" kuramını şu şekilde izah eder:
"Çoğu düzende öyle bir an gelir ki olayların gerçekleşmesi kaotik bir hal alır. Yani belirli bir başlangıç noktasından hareketle daha sonra oluşacakları kestirmek mümkün olmaktan çıkar. Bu oldukça basit düzenler için bile böyle olabilir, ama düzen karmaşıklık kazandıkça daha kaotik bir hal alacaktır. Şimdiye kadar insan toplumu gibi karmaşık bir yapının derhal kaosa gömüleceği ve bu yüzden de gelecekte olacakların tahmin edilemeyeceği varsayılıyordu. Benim yaptığım ise, insan toplumunu incelerken belirli bir başlangıç noktası seçmenin ve buradan hareketle kaosu ortadan kaldıracak birtakım çıkarsamalar yapmanın mümkün olduğunu göstermekten ibaretti. Bu, geleceği tahmin etmeyi mümkün kılacaktır... tüm ayrıntılarıyla değil gerçi, kabaca ve tam bir kesinlikle değil de, hesaplanabilir olasılıklar halinde."[25]
İnsanlığın geleceğinin ne denli öngörülebilir olduğunu tartışan Asimov, psikotarihin özüne dair temel meseleyi şu şekilde ifade eder:
"Sorun herhangi bir değişikliğin sonucu kabul edilebilir ölçüde öngörülebildiği mi, yoksa insanlık tarihinin kaçınılmaz ve değiştirilemez biçimde kaotik mi olduğudur."[26]
Bir insanın tasavvur edilebilecek en büyük medeniyet çöküşü, tüm galaksiye yayılmış bir imparatorluğun çöküşü olabilirdi. Asimov, Gibbon'ın Roma İmparatorluğu bağlamında ele aldığı tarihsel çöküş olgusunu, bir insanın düşünebileceği en büyük imparatorluk tipi olan "Galaktik İmparatorluk" kurgusuna uyarlar. Vakıf romanları serisinde, Galaktik İmparatorluk çöküş halindedir ve bu çöküşü bir barbarlık çağının izleyeceği, bu barbarlık çağının nasıl kısaltılabileceği tartışılmaktadır.[27] Asimov, bir imparatorluğun çöküş sürecini şu şekilde ifade eder:
"Bir İmparatorluk'un çöküşü, beyler, devasa bir olaydır ve böylesi bir şeyle baş etmek hiç de kolay değildir. Yükselen bir bürokrasi, toplumsal insiyatifin zayıflaması, sınıfların kemikleşmesi, bilimsel merakın engellenmesi... ve bunlara benzer daha binlerce etken bu çöküşe hız kazandıracaktır. Size açıklamaya çalıştığım gibi, çoktan işlemeye başlamış olan bu süreç durdurulamayacak kadar büyük."[28]
Bu çöküş, aynı zamanda bir medeniyetin çöküşüdür. Bilim ve teknoloji başta olmak üzere, her alanda bir gerileme yaşanmaktadır. Asimov, medeniyetlerin çöküşü sorunsalını mitolojik bir göndermeyle şu şekilde ifade eder:
"İnsanlığın sahip olduğu tek gelecek, Sisifos gibi, bir kayayı tepeye çıkarıp ondan sonra aşağı yuvarlandığını görmek ve bunu tekrar tekrar sonsuza kadar yaşamak mı olacak?"[29]
Isaac Asimov'un bilimkurgu literatüründe de önemli bir yere sahip olan 1941 tarihli "Nightfall" [Alacakaranlık][30] başlıklı öyküsü, felaketle sonuçlanan bir olgunun psikolojik ve toplumsal etkilerini ele almaktadır.[31] Altı yıldızlı bir sistemin[32] parçası olan Lagaş[33] gezegeninde geçen hikâyede, gezegen sakinleri dünyalarını binlerce yıl sonra ilk kez karanlığa gömen tam tutulmayla yüzleşmek durumunda kalırlar. Bu anlatı, medeniyetin çöküşü olgusu için bir alegori işlevi görerek, beklenmedik tek bir krizin karmaşık bir toplumun çöküşünü nasıl hızlandırabileceğini göstermektedir. Gezegenleri altı güneşten en az biri tarafından sürekli aydınlatıldığı için Lagaş sakinleri hiçbir zaman karanlığı deneyimlememiştir. Dolayısıyla tam tutulma yalnızca bir doğa olayı değil, Lagaş medeniyetinin temellerine meydan okuyan eşi benzeri görülmemiş bir olgudur.[34] Lagaşlıların bu olguyu kavrayamaması ve buna hazırlanamaması, sürekli ışığa ve rutine bağlı olan toplumlarının kırılganlığının da bir göstergesidir. Öykünün ana teması, tutulmanın Lagaş halkı üzerindeki psikolojik etkisi etrafında dönmektedir. Tutulma yaklaşırken, bilim insanları ve astronomlar halkı uyarmaya çalışır, ancak tahminleri şüphecilik ve inançsızlıkla karşılanır. Bu tepki, gerileyen medeniyetlerin ortak bir özellikleri olan bilimsel bilginin reddedilmesi ve bu suretle yaklaşan tehditlere yanıt verememe olgusunu vurgular. Statükoya alışmış Lagaşlıların, artık çok geç olana kadar krizin büyüklüğünü kavrayamaları mümkün olmaz. Karanlık çöktüğünde ise Lagaşlıların psikolojik çöküşü gerçekleşir. Bilinmeyene karşı duyulan korku, ışığın aniden yok olmasıyla daha da artarak yaygın bir panik ve kaosa yol açar. Bu tepki, benzeri görülmemiş krizlerle karşı karşıya kalan toplumların genellikle korkuya, irrasyonel davranışlara ve sosyal parçalanmaya yenik düştüğü tarihsel medeniyet gerilemesi örneklerini yansıtmaktadır. Güneş tutulması, tıpkı dünya tarihindeki muhtelif medeniyetlerin beklenmedik felaketlerle istikrarsızlaştırılabilmesine benzer şekilde, Lagaş toplumunun altında yatan kırılganlıkları ortaya çıkaran bir katalizör görevi görür. Tutulmayı takip eden fiziksel yıkım, medeniyetin çöküşü temasını daha da öne çıkarır. Karanlık Lagaş'ı sardığında, halkın korkusu deliliğe dönüşür, bu da yaygın bir yıkıma ve sosyal düzenin çökmesine yol açar. Kaosa doğru gidişat, toplumsal normların ve kurumların çöküşünün bir medeniyetin çöküşünü nasıl hızlandırabileceğini gösterir bir bakıma... Lagaş'ın bir zamanlar düzenli ve gelişmiş olan toplumunun hızla bir kargaşa haline gerilemesi, çoğu zaman daha derin toplumsal kırılganlıkları maskeleyen ince istikrar durumunun nasıl da kolayca ortadan kalkabileceğine de işaret eder. Bir medeniyetin çöküşünde bilgi ve inancın rolünü irdeleyen bu öyküde, güneş tutulmasının dünyanın sonunu müjdelediğine inanan bir grup fanatik tarikat mensubunun kehanetleri, Lagaş toplumunda hakim korku ve histeri atmosferine katkıda bulunmaktadır. Anlatının bu unsuru, apokaliptik ve batıl inançların toplumsal krizleri nasıl şiddetlendirebileceğini, rasyonel tepkileri nasıl baltalayabileceğini ve kadercilik duygusunu nasıl besleyebileceğini göstermektedir. Bilimsel anlayış ile irrasyonellik arasındaki çatışma, toplumların varoluşsal tehditler karşısında akılcılığı korumada karşılaştıkları zorlukları da ortaya koymaktadır.
Asimov, bu öyküsünde "döngüsel tarih" temasını da ele almaktadır.[35] Güneş tutulması geçmişte sayısız kez meydana gelen ve her seferinde Lagaş'taki önceki medeniyetlerin çöküşüne yol açan periyodik bir olgudur. Bu döngüsel yükseliş ve çöküş modeli, medeniyetlerin çöküşünün tekrar eden doğasını vurgulayarak, toplumların genellikle öncekilerin hatalarını tekrarlamaya mahkum olduklarının da bir göstergesidir ve haliyle tarihsel bir uyarı mahiyetindedir. Asimov'un bu öyküsü bir medeniyetin çöküşüne dair zengin bir alegori sunmaktadır. Vakıf serisi romanlarında ele alınan çöküş teması, bu öyküde bir başka düzlemde farklı şekilde işlenmiştir.
Hem Wells hem de Asimov, tarihsel temaları bilimkurgularına dahil ederken, bunu konuya ilişkin benzersiz bakış açılarını yansıtan farklı şekillerde yaparlar. Wells, toplumsal dinamikler ve bireysel aktivizme odaklanarak tarihteki insan unsurunu vurgulama eğilimindeyken, Asimov tarihi genellikle bilimsel ilerleme ve toplumsal evrim merceğinden inceler ve bilhassa Vakıf romanları serisinde çok geniş bir zaman diliminde yaşanan toplumsal gerilemeyi ve çöküşü ele alır. Benzer şekilde, Asimov'un tarihe olan ilgisi ve bilim alanındaki geçmişi bilim kurgu romanlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Tarihsel gelişme ve bilimsel ilkeler konusundaki anlayışı, birçok öykü ve romanının temelini oluşturmuş, medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü ile bilimsel ilerlemenin etik sonuçları gibi karmaşık kavramları yapıtlarında işlemesini sağlamıştır. Asimov'un kurgusunda tarih, sosyoloji ve pozitif bilim unsurlarını bir araya getirme becerisi, tahayyül ettiği kurgusal evrene önemli bir derinlik katmıştır.


[1] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: II, İstanbul: Maarif Basımevi, 1960, s. 712-713.
[2] H. G. Wells, Cihan Tarihinin Umumî Hatları - Maarif Vekâleti'nin emir ve tensibi ile müderris ve muallimlerden müteşekkil bir heyet tarafından Türkçeye nakledilmiştir, beş cilt, C. I-V, İstanbul: Devlet Matbaası, 1927-1928. Ruşen Eşref Ünaydın, bu çevirinin ne şekilde yapıldığını şu şekilde anlatmıştır: "Wells'in dört beş koca ciltlik tarihi birçok arkadaşa forma form a dağıtılıyor; değil yalnız cilt cilt tercüme etsinler diye; hattâ çabucak fasıl fasıl ayrı ayrı Türkçeye çevirsinler ve tercümeler bir an önce basılsın diye... Üslûpların birbirini tutmamasında bazı eksiklik kalacak mı; zararı yok; elverir ki yeni tarih görüşünü ve kavramını Türk aydınına gösterecek bir örneğin bütünü hemen göz önüne konsun... Bunda profesör, bilgin, mütehassıs, Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet Matbaası hepsi birden seferber ediliyor", bkz. Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumlan - Hâtıralar - VII. Türk Dil Kurultayında söylenmiştir, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını, 1954, s. 51'den aktaran: Zafer Toprak, Darwin'den Dersim'e: Cumhuriyet ve Antropoloji, İstanbul: Doğan Kitap, 2012, s. 360-361
[3] Zafer Toprak, Wells'in Cihan Tarihinin Umumi Hatları başlığıyla Türkçeye kazandırılmış olan yapıtın, Atatürk'ün öncülüğünde hazırlanan ve Afet Hanım tarafından 1932 yılında Birinci Tarih Kongresi'nde okunan evrimci bir perspektifte kaleme alınan tebliğin esin kaynağı olduğuna dikkat çekmiştir, bkz. Toprak, a.g.e, s. 178-179.
[4] Çalışmamızda bu yapıtın 1962 baskısı kullanılmıştır: H. G. Wells, Kısa Dünya Tarihi, Başlangıcından 1946'ya Kadar, çev. Ziya İshan, İstanbul: Varlık Yayınevi, 1962.
[5] Wells, a.g.e, s. 5.
[6] Çeker, Wells'in Zaman Makinesi romanında, yazarın döneminin İngiltere'sindeki refah toplumu ile yer altında madenlerde ve fabrikalarda çalışan işçi sınıfının yaşadığıan benzer bir sınıf çatışması içinde bulduğuna dikkat çekmiştir, bkz. Alper Çeker, Öykü, Roman ve Senaryo İçin Bilim Kurgu Tekniği, İstanbul: Altıkırkbeş Yayın, 2020, s. 13-14.
[7] H. G. Wells, Zaman Makinesi: Bir Buluş, çev. Celal Üster, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s. 32.
[8] Wells, a.g.e., s. 46.
[9] Wells, a.g.e., s. 55-56.
[10] Wells, a.g.e., s. 85.
[11] H. G. Wells, Dünyalar Savaşı, çev. Celâl Üster, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 5-6.
[12] Çeker, Wells'in ustası Jules Verne gibi teknolojik açıklamalara ağırlık vermektense daha çok toplumsal tahlillere yöneldiğini, roman tekniklerinin de "makul imkânsız" ve "şüphenin askıya alınması" olduğunu, bir bilimkurgu öyküsünde yazarın tek bir olağanüstü varsayım kullanması gerektiği görüşünde olduğunu, öyküyü mümkün olduğunca güvenilir yapmak ve imkânsızı gerekçelendirmek için de bilimsel kuramlardan yararlandığını ifade etmiştir, bkz. Çeker, a.g.e., s. 13.
[13] Isaac Asimov, Asimov's Chronology of the World: The History of the World From the Big Bang to Modern Times, New York: Harper Collins Publishers, 1991. Asimov benzer bir çalışmayı da bilim tarihi alanında yapmıştır, bkz. Isaac Asimov, Asimov's Chronology of Science & Discovery, New York: Harper Collins Publishers, 1994.
[14] Isaac Asimov, The Near East; 10,000 Years of History, Boston: Houghton Mifflin Company, 1968.
[15] Isaac Asimov, The Land of Canaan, Boston: Houghton Mifflin Company, 1967.
[16] Isaac Asimov, The Egyptians, Boston: Houghton Mifflin Company, 1967.
[17] Isaac Asimov, The Greeks: A Great Adventure, Boston: Houghton Mifflin Company, 1965.
[18] Isaac Asimov, The Roman Republic, Boston: Houghton Mifflin Company, 1966.
[19] Isaac Asimov, The Roman Empire, Boston: Houghton Mifflin Company, 1967.
[20] Isaac Asimov, The Dark Ages, Boston: Houghton Mifflin Company, 1968.
[21] Isaac Asimov, Constantinople: The Forgotten Empire, Boston: Houghton Mifflin Company, 1970.
[22] Isaac Asimov, Foundation, New York Gnome Press Publishers, 1951.
[23] Edward Gibbon, The History of the Decline and Fall of the Roman Empire, Vol. I-VI, London: W. Strahan; and T Cadell, in the Strand, 1776-1789.
[24] Bu hususta bkz. João Félix, "Historicism, Empire and Apocalyptic in Isaac Asimov and Philip K. Dick", Apocalypse Revisited: A Critical Study on End Times, ed. Melis Mülazımoğlu Erkal, Oxfordshire: Inter-Disciplinary Press, 2015, s. 77. Asimov, Gibbon'dan aldığı ilhamı şu şekilde ifade etmiştir: "Neden Galaktik İmparatorluğun çöküşünü ve feodalizmin geri dönüşünü, İkinci Galaktik İmparatorluğun güvenli günlerindeki birinin bakış açısından yazmayayım? Bunu nasıl yapacağımı bildiğimi sanıyordum çünkü Edward Gibbon'ın Roma İmparatorluğu'nun Gerileyişi ve Çöküşü yapıtını ilk sayfasından son sayfasına kadar en az iki kez okumuştum ve sadece bundan faydalanmam gerekiyordu", bkz. Isaac Asimov, In Memory Yet Green, New York: Doubleday, 1979, s. 311. Bu ifadeyi tartışan Adams, Asimov'un ilham aldığı Gibbon'ın yapıtında, Vakıf, Vakıf ve İmparatorluk, İkinci Vakıf gibi romanlarındaki galaktik düşüş, çöküş ve yükseliş anlatısının hem anlatı kalıbının hem de anlatı bakış açısının temelini bulduğunu belirtir, bkz. Edward Adams, "Gibbon, Virgil, and the Victorians: Appropriating the Matter of Rome and Renovating the Epic Career", The Call of Classical Literature in the Romantic Age, ed. K. P. Van Anglen, James Engell, Edinburgh: Edinburgh University Press, 2017, s. 313-338.
[25] Isaac Asimov, Vakıf Kurulurken, çev. Ali Kaftan, Sönmez Güven, İstanbul: İthaki, 2021, s. 19.
[26] Isaac Asimov, Vakıf İleri, çev. Ertuğrul Bilal, İstanbul: İthaki, 2022, s. 32.
[27] Bunun dışında, Vakıf romanlarında aşırı nüfus artışı gibi konular da ele alınmıştır. Ugo Bardi, Asimov'un betimlediği Galaktik İmparatorluk başkenti olan Trantor gezegeninin tek bir şehir halinde tamamen şehirleşmiş bir gezegen oluşunun bir uyarı mahiyetinde olduğunu belirterek konuyu aşırı nüfus sorunu açısından tartışır, bkz. Ugo Bardi, Before the Collapse: A Guide to the Other Side of Growth, Gewerbestrasse: Springer, 2020, s. 176.
[28] Asimov, Vakıf, s. 42.
[29] Asimov, Vakıf İleri, s.139.
[30] Bu hikaye dilimize Asimov'un Galaksi Şeytanları başlıklı hikaye seçkisinin içinde, "Karanlık Bir Dünya" başlığıyla çevrilmiştir, bkz. Isaac Asimov, "Karanlık Bir Dünya", Galaksi Şeytanları, çev. Gönül Suveren, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, 1991, s. 63-113.
[31] Asimov'un bu öyküsünde Ralph Waldo Emerson'dan ilham aldığı görülmektedir. Emerson'ın öykünün girişinde yer verilen alıntısı şu şekildedir: "Yıldızlar bin yılda bir gece gözükselerdi, insanlar o zaman Tanrı'nın kentine nasıl inanır ve tapar, kuşaklar boyunca onu nasıl hatırlardı?", bkz. Asimov, "Karanlık Bir Dünya", s. 63.
[32] Bu öykünün neşrinden 73 yıl sonra, iki astrofizikçı olan Smaran Deshmukh ve Jayant Murthy, yapmış oldukları hesaplamalarla Asimov'un öyküsünde betimlediği sisteme benzer bir yıldız sisteminin varolabileceğini gösteren hesaplamalar yapmıştır, bkz. Smaran Deshmukh, Jayant Murthy, "Nightfall: Can Kalgash Exist?", arXiv:1407.4895 (2014), Cornell University, s. 1-8. 1941 tarihli bu öykü, Asimov'un sağlığında ve kendi onayıyla Robert Silverberg tarafından romanlaştırılmış olup, romanda Lagaş geegeni Kalgash şeklinde değiştirilmiştir, bkz. Isaac Asimov, Robert Silverberg, Nightfall, London: Pan Books Ltd., 1988. Bu romanın Bantam Books tarafınan yapılan 1991 tarihli baskısını kullanan Deshmukh ve Murthy makalelerinde bu romanda yer verilen Kalgash ismini tercih etmişlerdir. Makalede varılan sonuç şu şekildedir: "Asimov'un romanının çeşitli yönlerini araştırdık. Güneşlerin, özellikle de Dovim'in yıldızları yok edecek kadar parlak olduğunu gördük. Kalgash 2, Dovim'i 9 saatlik bir süre boyunca tutabilir. Ayrıca muhtemel bir yıldız konfigürasyonunu test ettik ve bazı simülasyonları uyguladıktan sonra sistemin kısa süreler için uygulanabilir olduğunu gördük. Başka birkaç konfigürasyon daha mevcut olabilir ve bunların daha ayrıntılı olarak araştırılması gerekmektedir", Deshmukh ve Murthy, a.g.m., s. 7.
[33] Gezegenin isminin seçiminin, Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşme yerinin kuzeybatısında ve Uruk'un doğusunda yer alan Sümerlilerin Lagaş şehrine bir gönderme olduğu da görülmektedir.
[34] Öyküde bu tutulmanın her 2049 yılda bir olduğu belirtilmiştir, bkz. Asimov, "Karanlık Bir Dünya", s. 77.
[35] Öyküde, Lagaş medeniyetinin tarihinin döngüsel bir karakteri olduğu ifade edilmiştir, çeviride döngüsel ifadesi yerine "devre devre" tabiri kullanılmıştır, bkz. Asimov, "Karanlık Bir Dünya", s. 72. Günümüzde oldukça popüler olan Liu Cixin'in Üç Cisim Problemi romanında da üç güneşli bir sistemde yaşayan Trisolaris medeniyetinin, yıldızlarının hareketleri nedeniyle öngörülemeyen çevresel koşullarla karşı karşıya kalışı ve medeniyet çöküşü temalarının işlenmesi, yazarın Asimov'dan önemli ölçüde etkilendiğinin bir göstergesidir. Bu romanda medeniyet çöküşü teması şu şekilde ifade edilmiştir: "Dört yüz elli bir yıl sonra 192. Medeniyet, birlikte ortaya çıkan ikiz güneşlerin alevleriyle yok oldu. Bu medeniyet Atom Çağı'na ve Bilgi Çağı'na ulaştı. Trisolaris medeniyetinde, 192. Medeniyet bir dönüm noktası oldu. Sonunda üç cisim probleminin hiçbir çözümü olmadığı kanıtlandı. 192 döngüyle süren bu beyhude çabadan vazgeçildi. Ve gelecek nesiller için bir yol haritası belirlendi. Böylece Üç Cisim oyununun hedefi değişti: Yıldızlara ulaşmak; yeni bir ev bulmak.", bkz. Liu Cixin, Üç Cisim Problemi, çev. Zeynep Özmeral, İstanbul: İthaki, 2023, s. 252.

Yazar'a ait Diğer Yazılar

Dr. Tolga Ersoy

1980 yılında İstanbul'un Şişli ilçesinde doğdu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün Kültürel İncelemeler yüksek lisans programını 2009 yılında "Prokopios'un Yapıtlarında Perslerin Temsili" başlıklı tezi ile tamamladı. Robert Drews'un "Tunç Çağı'nın Sonu: Askeri Değişim ve Antik Akdeniz'de Çöküş" adlı yapıtını Gürkan Ergin ile birlikte çevirdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün Ortaçağ Tarihi doktora programını "Antikçağ ve Ortaçağ Filolojik Kaynaklarında Avrupa Hunlarının Temsili" başlıklı tezi ile tamamladı. Akademik çalışmalarını sürdürmekte ve serbest avukatlık yapmaktadır.

Şiir

Tüm Yazılar

Edebiyat

Tüm Yazılar

Müzik

Tüm Yazılar