Yarınsız Parantez İçleri
Ahmet Çıkar'ın "Dün Bugün Dün" isimli kitabına hakkında hiçbir şey bilmeden, isminin davetiyle başladım. Dün ve bugünden sonra bir yarının gelmeyişi klişe duvarları erittiğinden, merak ettim sanırım. Bir de italik harflerle yazılmış ilk bölümü koltukta emaneten oturmuş, hızlı hızlı okuduğum an içime yerleşen, "Aha, iyi bir şey okuyacağım galiba," hissi var elbet.
"Üşüyorum. Kış. Ben ve dünyanın geri kalanı, dökük boyalı demir peteklerle ısıtılan basık tavanlı büyük bir sınıfta aynı ince bıyığa bakıyoruz. On dakika önce bahçede batıp çıktığımız kara bulanmış paçalarımızda eriyor zaman: Çıp. Üşüyoruz. Kış. Kırk yedi kişiyiz. Dokuz yaşındayız.
Bıyık, içimizden uzun saçlı bir dokuzluyu gösterip tahtaya çağırıyor: (...)"
Anlatının çocuk ağzından başlayacağını tahmin etmedim önce. Devam edip ortamı fark ettikçe önce öğretmen gözüyle okudum. Sonra metin hiç hissettirmeden çocuğun yerine oturttu beni. Dışarıda kar kış varken dokuz yaşındaki kırk yedi çocuğun doluştuğu bir sınıfta, bir çocuğun kendisiyyle beraber dünyanın geri kalanının da bir ince bıyık karşısında olduğunu hissetmesi işten bile değildir. Bunu yetişkin değil, çocuk kimliğinizle okursanız anlam kazanır. Velhasıl, bu anlatıcı beni kolayca avladı. Zamanın "çıp" sesiyle erimesi de.
Kitap italik yazılan bölümlerde çocukluğuna, diğer bölümlerde de güncel hayatına tanıklık ettiğimiz Adem'in sıradan, telaşsız, biraz bir başına hayatına odaklanıyor. Adem'in yayımlatmaya çalıştığı şiir kitabının da mühim bir yeri var. Çocukluğun anlatıldığı bölümlerde belirli bir örgüden, güncel olayları doğrudan etkileyecek bir dinamik anlatıdan ziyade Adem'in kişiliğini ve fikirlerini anlamlandırmamıza yarayacak ipuçlarını alıyoruz. Bölünmüş de olsalar iki farklı anlatım birbirinden bağımsız, kopuk değil. Geçişlerin keskin olmasına rağmen böyle hissetmedim. Birbirini tamamlayan, destekleyen anlatımlar. Üslubun da bunda etkisi vardır muhakkak. Belki karakterin çocukluktan tamamen sıyrılmamışlığı bile etkilemiş olabilir. Sanki. Bilmiyorum.
Adem, toplumda yerini bulamamış bir karakter. Kendini iyi tanıyan -okura da iyi tanıtan- biri aynı zamanda. (Kendini ezber etmişlerin kaderi belki bu yer edinememişlik zaten.) Şu bildiğimiz varoluş sancıları Adem'de de var ama neyse ki bunu klasik karın ağrılı anlatımdan ziyade tatlı bir mizahla daha gerçekçi kılıyor.
Kitapta beğendiğim ve aklıma taktığım şeyler var. Bir kere bazı imgelerin ve kişilerin tekrarı kitapta bir bütünlük kurmuş gibi geldi bana. Başta bahsi geçen Bahar'ı ve kargayı kitabın sonunda bir daha hatırlamak, anlatının tamamlandığı hissini verdi ki normalde böyle bir şey aramam.
Anlatı içinde sürekli parantezler kullanılıyor. İç ses gibi görülebilir parantez içi konuşmaları. Adem'i daha da anlayabilmek için kullanışlı olmuşlar. Yine de neden parantez içi diye düşününce ya Adem daha açık olmak istiyor dedim ya da Ahmet Çıkar. Adem'in olan biten her şeye bazı açıklamalar getirmek isteyen bir karakter olduğunu biliyoruz. Peri'yle konuştukları bölümde şöyle diyor Peri: "Her şey açıklanamaz. Bunu çok yapıyorsun. Yaptığın ya da yapılan her şeyi açıklamak zorunda değilsin." Adem'in cevabı gayet net: "Her şey açıklanabilir." Bastıramadığı sesini bir şekilde duyulur kılmak istiyor da olabilir. Çünkü sesiyle de bir meselesi var. Duyulur olmakla ya da söylemiş olmakla yani: "Sesim her şeyin dışında. Sesim ‘ayıp olmasın' diye zuhur ediyor. Sesim ‘çok mu sustum acaba'dan sufle alıyor. Sesim, iyice kirlenmiş bir kadehten sıyrılıp hisli bir türküye dönüştüğü anlar dışında bir yük; beynimin ve dilimin istenmeyen bir çocuğu." Açıklama zorunluluğu, anlaşılma arzusundan doğar. Tüm bu tahminler yazara da yöneltilebilir tabii. Bu daha çok anlatma, ayrıntı verme, karakterini anlaşılır kılma isteği olabilir. Belki kendi metni söyleyeceklerine yetmiyor yazarın. Bu parantezler kaybolduğunda bile aynı işlevi görecek başka şeyler giriyor metne çünkü. Son bölümdeki, "Biri" ve "Diğeri"nden okuduğumuz konuşmalar buna bir örnek.
Kitabın ismi hoşuma giden bir diğer şey. Kurguya dair bazı ipuçlarını daha kapaktan alabiliyoruz böylece. "Dün Bugün Dün" Bir yarınsızlık sadece isimde değil kurguda da devam ediyor. Adem'in sonraya dair bir tasavvurunu, hevesini göremedik. Umutla barışık görünüp aslında öyle olmaması da bununla ilişkili herhalde. Sadece geçmiş hatırlanıyor, bugün yaşanıyor. Şu alıntıyı hatırladım: "Boşluğa dolanan döngüsel yaşar." Okur Adem'in de geçmişinin, bugününün, şiirlerinin, ilişkilerinin boşluğa dolandığını hissedebilir. Sesi bile öyle; parantezler vesilesiyle.
Anlatım tekniğinin sıradanlıktan uzak oluşuyla gönlümü kazanmış olsa da cümleleri genel olarak çok uzun ve karışık buldum. Yapısı dolayısıyla zaten bazı okura yorucu gelebilecek bir metin. Bir de anlatımı zorlayınca tekrarlama ihtiyacı hissedilebilir. -Ama beğendiğim bir üslup var; özgün. Karakterle de bütünleşmiş. Gerçi bunu da karakterin yazardan ayrışamamasına bağlıyorum. Ahmet Çıkar kendinden çok uzaklaşmamış sanki Adem'i kurarken.
Tüm bunların yanında metni bazen tutuk da buldum. Yazarken okuyucuyu yok saymak kimileri için yazmaktan daha zor oluyor. Ahmet Çıkar için bu ne durumda bilemem ama genel olarak böyle bir his aldım. Argo daha rahat kullanılsaydı, Adem Peri hakkında daha özgür konuşabilseydi ve hatta hissedebilseydi belki daha çarpıcı olurdu metin.
Kitap iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda her şeyi Adem'den duyuyoruz. İkinci kısımdaysa şiirlerini yayımlatmasına aracı olan Salim'den. İkinci kısmı biraz gereksiz buldum. Her şey Adem'in sesinden akmalıydı bence. Salim'e neden bir bölüm ayrıldığını anlayamadım. Böyle olacaksa ya biraz daha hacim katmalı, iki bölümü de ayrıntılandırmalı ya da Salim'e bir bölümü hak edecek önem atfedilmeliydi.
"Mesele kitap satmak değil ki zaten. Değilmiş. Bir yer var abi, bir dünya. Piyasa gibi, borsa hatta. Oraya ait değilsen hiçsin abi. (‘Sanat Sevicileri') Yoksun. Ne yazdığının bir önemi yok abi. İyi ya da kötü yazmanın da bir önemi yok. (Çayına ne çok şeker atıyor bu adam!) Bilinirlik lazım abi. Davetler, söyleşiler, paneller... (Ne uzun karıştırdı çayı öyle!) Yarışmalar abi, mümkünse ödüller... Adam sayılmak için gerekenler bunlar abi bu borsada. Bunlar yoksa bir ‘bilenin' el vermesi lazım abi. Suyun başında birinin ya da birilerinin ‘bu adam iyidir' demeleri lazım hakkında. Bu adam kötüdür deseler de olur aslında. Adın duyulur en azından bir şekilde. Hoş, kıç kadar şehirde adın duyulsa ne olacak? Dünya başka türlü dönüyor abi. İnterneti, medyası da var bu işin. Devir malum, biraz oralara dahil olmaya zorluyor insanı. Orada yokum abi. Orada da. Hiç olmadım. (...) Sayenizde basıldı o kitap ama kitap bastırmak işin en küçük parçasıymış, iş en az yüz parçaymış abi."
Ademlerin kendilerine o dünyada su başlarını tutmuşların onayını almadan da bir yer edinebilmelerini, geri kalan parçaların yol üstünde onları beklemelerini dilerim.