Öykü

Kama

   Burak Çetinkaya       Mart 2025

Kama

Ananemin abisinin birinin canını kurtarmak için yirmi yıl hapis cezası yemesi, insanlık adına utanç vericidir. Adam öldürmeye teşebbüs ve kasten yaralama cezalarına verilmesi gereken cezalar iyi hal ve takım elbise göz önüne alındığında en fazla on iki yıl olmalıdır. Takım elbise ve kravat siyah, gömlek beyaz olmalıdır. Ayakkabılar cilalanmalı, saçlar taranmalı, sakallar da iyice kazınmalıdır. 

 

  İstanbul'a gelme serüvenimiz de ananemin abisinin, ananeme kalan tarlanın kurak -fındık yetişmeyen- olmasına razı gelemeyip, Tarlabaşından arazi almasıyla başlaması bizim için ayrı ve özel bir yer tutar. Teşekkürler ananemin abisi! Tarlabaşında yaşamıyoruz, Sarıyer'e geçtik. İki dükkan var, biri pastane diğeri kirada. Pastaneye ben bakıyorum. Bakıyorum dediysem de öğlene doğru gidip, espresso içiyorum. Eski komşularla ayak üstü hoşbeş yapıp, İstiklal'e çıkıyorum.  Bugün berbere de uğrayacağım, Galata'ya. Kahverengi pantolonumu giydim, beyaz gömleğim, lacivert trençkotum... hâkimin karşısına bu halde çıkamam ama ben birinin canını kurtarmak için adam öldürmeye teşebbüs ve kasten adam yaralama suçuna da asla bulaşmam. 

Asvazoni Kilisesinden sağa doğru yukarı çıkıyorum. Atıf Yılmaz Caddesi. İstiklale çıkmak beni eskisi kadar mutlu etmiyor. ‘'Burnunu karıştırma!'' İstiklal ‘de gördüğüm ilk insanın burnunu karıştırıyor olmasını hoş karşılamasam da bunu sesli ifade etmemeliydim. Kafamı eğip hızlı hızlı yürümeye başlıyorum. Silah taşımamda fayda var. Kendimi asla tutamıyorum. Yüzüme baktıklarını ve beni takip ettiklerini hissediyorum. İyice hızlanıyorum. Terlememeliyim, terlememeliyim, berbere gideceğim terlememeliyim. Kafamı çeviriyorum yoklar. Muhtemelen  ne söylediğimi bile anlamadılar. İstiklal Caddesinin ana dili Arapça olalı beş sene kadar oldu. Yavaşlıyorum. Su almalıyım ve tabi ki su alıyorum. On lira. Berbere elli lira veriyorum. Çırağa daha fazla bahşiş vermeliyim. Yarım litrelik su şişelerinin cam olması gerekir. Silah taşımam gerekmez ama kendimi savunmak için kullanabilirim. ‘'Sakin... tamam!'' saat öğlen bir. Kimse atlet satıyor diye öğle vakti insanları kötü ve yüksek sesli müziğe maruz bırakmamalı.

 

  Kama derlermiş ananemin abisine. Bir gün köyün kahvesinde otururken adamın biri ‘'Bugün anasını avradını bellediğimin  birini kurşuna dizicem!'' demiş. Kama da adamın kimi vuracağını anlamış. Adam küçük kardeşinin karısına aşıkmış. Kama adamdan önce gitmiş tepenin birine pusmuş. Adam türkü söyleyerek geçerken Kama iki el ateş etmiş. Vurmuş ama öldürememiş. Kama kaçmış, adam atını bırakıp, iki üç kilometre köy meydanına kadar yürümüş. Adam köyün meydanında ‘'Kama beni öldürdü!'' diye bağırmaya başlamış. Ananem de oradaymış, korkmuş ama kaçmamış. Dedem askerde, ananem hamileymiş. Köy ahalisinden üç dört kişi, ananemi önlerine katıp -ananemin yanında bunları da vurmayacağını düşünüp-  atı aramaya gitmiş. Yarım saat yürümüşler. Atı alıp, dönmüşler. O gece Kama'nın evine köyün yaşlılarından biri gitmiş, silahlarını göm, jandarma gelirse de inkâr et demiş.

‘'Suat abi hemen temizliyorum, kusura bakma.'' Berber suratımı kazıdı. Berberlerin ehliyet puanı olmalı ve her kesikte puanlarından düşülmeli. ‘'Onuncu kesikte iki hafta dükkan mühürlenir, bir sonraki onda ehliyeti elinden alınır. Ceza indirimi yoktur!''

‘'Abi sonra ne olmuş?''

‘'Sonrasında Kama'yı yakalamışlar, içeri tıkmışlar. Adam iyileşmiş, kardeşini bulmuş avradını almış.''

‘'Onu atmamışlar mı içeri?''

‘'Kimse korkusundan abisi kardeşini vurdu diyememiş.''

‘'Vay arkadaş ya! Ne hayatlar var. Abi saçı ellemiyoruz değil mi?''

‘' Yok, ellemiyoruz.''

Berber yüzüme, ben çırağa kesik attım, bahşiş vermedim. 

 

Köşedeki büfeden Cumhuriyet aldım, kolumun altına koyup, Mevlevihane'ye doğru yürüdüm.

Ahmet Celaleddin Dede'ye bir fatiha okuyup, bahçedeki banklardan birine yerleştim. Gazetenin yüzüne bakmadım, Yasemin'i düşündüm. Esmerdi, gözleri su yeşiliydi. Memeleri dolgun, bacakları kalındı. Üç ay peşinden koşmuştum. Kürkçüde çalışıyordu İstiklal 'de. Haftada bir akşam sinemasına giderdik, zor ikna etmiştim. Bir akşam film çıkışında - hangi film hatırlamıyorum bile- ilk defa burada her yerinden öpmüştüm Yasemin'i. Sonra her sinema çıkışında, film anında, öncesinde pasajda merdiven altında. Sonra işten ayrılmış, ben de irdelemedim.

 

Gazetemi de alıp, tünelden aşağı sallanmaya başladım. 

 

İstiklal 'in ikinci ana dili de Rusça olmalı. 

 

Sade'in hayatını okudum bugün. Aristokrat olarak doğmuş. Süvari yüzbaşısı olarak, Yedi Sene Savaşları'na katılmış. Yirmi üç yaşında evlenmiş, evlendikten sonra da rastgele bir kadını zorla eve kapatıp, kamçılamış. Hapse girmiş. Çıkmış, bir fahişeyi zehirlemek suçundan ölüm cezası almış, İtalya'ya kaçmış. Yakalandıktan sonra öldürmemişler. Takım elbisesi ve kravatı siyah, gömleği beyaz, traşlı ve saçları taralı olduğu için iyi halden çıkmış. Sonra birkaç defa daha girmiş çıkmış. Sadizmin atası olarak kabul ediliyor. Büyük övgü. Ama hâlâ aklım Gerard de Nerval'ın Paris'te sokak lambasına asılıp öldürülmesinde. İntihar diyorlar, olacak iş değil.

 

Tünelden inerken ilk defa dilenci görüyorum. İşler kesat belli, kutusu boş. Kör olduğunu iddia ediyor. Yanından geçerken aniden elimi yüzüne doğru savurup, sonra birden duruyorum. Galiba gerçekten kör. Su on lira, kutusuna beş lira atıyorum. Galiba kutusunu ara ara boşaltıyor.

Suyumdan içiyor, Karaköy'e alt geçitten geçerek ilerliyorum. Karaköy'e geldiğimde açsam ya köfte yerim ya da çorba içerim. Çorbacıya doğru yürüyorum. Sabah kahvaltı niyetine çorba içmek köylü alışkanlığıdır. Sabah erken pastaneye gitmişsem çorba söylerim. Hafize hanım bana ters ters bakar ama bir şey söylemez. Ben anlarım. Umurumda olmaz hatta höpürdete höpürdete içerim, içeri kaçar. 

 

Karaköy'ün sokakları dar, tenhadır. Yürürken keyif verir ama ürkütür. Karaköy'de hiç dayak yemedim, şaşıyorum. Emre çorbacıda oturmuş beni bekliyor. Küçük tahta iskemle, asla rahat değil, hızlıca için ve gidin dememek için özenle seçilmiş. 

-İşkembe mi içeceksin, mercimek mi? dedi Emre.

- Mercimek. Bol tereyağlı, yanında roka.

-Ben çürük söylüyorum.

-Rokayı unutmasın.

Emre'yle haftada bir çorba içeriz. Yeni edindik bu alışkanlığı, bir buçuk ay anca oldu. Her zaman siparişi Emre verir. Garsonun suratı çok asık. Asık suratlı insanlarla iletişim kurarken zorlanıyorum.

-‘'Geçen hafta pazara gittim Feriköy'e''. dedim.

-‘'Neden gittin?'' dedi Emre.

-Pastanede her sabah espresso içiyorum, fincan bakayım dedim. Sabah erkenden kalktım, metroya bindim. Şişli'den pazara kadar yürüdüm. Pazar bomboştu bayram öncesi diye. Üç beş tezgah anca gezdim, bir çift fincanı çok beğendim. Fiyatını sordum beş bin lira dedi. Beş yüz olmaz mı dedim, sövdü. Hiçbir şey demeden pazardan çıktım, köşedeki büfeden tost yedim, çay içtim, eve döndüm.

-‘' Yahu adam beş bin demiş beş yüz lira teklif edilir mi? Sövmesi iyi, dövmediğine dua et!''

-  ‘'Haftaya bir daha gideceğim. Fincanlar duruyorsa eğer yine beş yüz lira teklif edeceğim.''

- ‘'Bu sefer döver işte.''

Çorbalar geldi, rokayı unutmuş suratsız garson. Bol limon sıktım, bir yudum aldım ama höpürdetmedim.

 

Çorba alışkanlığımızı edinme sebebimiz de Emre'yi sık görememem. İyi arkadaşımdır Emre. Tombul, uzun boylu, saçları düz, taralı, yüzü hep güleçtir. Güleç yüzlü olmasını sevmişimdir hep. Çoğu insanda olmaz. Ben sürekli güleç olmam, nadirdir. Asık suratlı olduğum da söylenemez. Yeşilköy'ünü çok sever, çorbasını içtikten sonra da hemen kalkar, Tramvaya biner, Sirkeci'de inip trenle evine, Yeşilköy'üne gider. Ben turlarım Karaköy'de. Sahile inerim, midye yerim. Tophaneye gider, parkta çay içerim. Beşiktaş'a kadar yürür, oradan da vapurla eve geçerim.

-Gazeteyi alabilir miyim? dedi Emre.

-Okumadım daha ama okuyasım da yok, alabilirsin.

-Geçen hafta yine bugün çorba içmeye gelirken trende cam kenarında oturmuş, gazetemi okuyordum. Spor sayfalarına dalmıştım, transferlere bakıyorum, yanımdaki adamın kafasını uzatmış, gazeteyi okumaya çalıştığını gördüm. Gazeteyi silktim, sayfayı değiştirdim, ciddiyetimi bozmadan okumaya devam ettim ama bütün dikkatimi kaybettim. Göz ucuyla adamı süzdüm, rahatsız bir ifade de takındım ama hiç oralı değil. Yenikapı durağına geldiğimde artık dayanamayıp yerimden kalktım, gazeteyi adamın eline tutuşturup, ‘'Ben iniyorum dilerseniz devam edin.'' dedim. Adam ne dese beğenirsin; ‘' Çok teşekkür ederim ama bu devirde gazete mi kaldı!'' dedi. Gülümsedim ve kucağına sertçe gazeteyi bırakıp, trenden indim. Bir sonraki tren için yedi dakika kadar bekleyip, bir durak gidip indim. Sonra düşündüm, neden gazete okumadığını söyledi? Okuyordu çünkü hatta iştahla okuyordu. Bazı davranışlara anlam veremiyorum.

-Hangi gazeteyi okuyordun?

-Sözcü.

- Sınıfsal bir durum olmalı, eğer bir tren yolculuğunda yanında oturuyor, Bulvar gazetemi iştahla okuyor olsaydım. Sen de yanımda oturuyor ve göz ucuyla Helen'in Antalya maceralarını inceliyor olsaydın ve ben bundan rahatsız olup kalktığımda sana gazeteyi uzatıp, ‘'Afiyetle okuyun!'' deseydim, sen gazeteyi kabul eder miydin?

-Bulvarı hâlâ basıyorlar mı?

-Bilmiyorum.

-Yarın varsa bir bakayım.

Gülüştük. Bence Emre Karaköy'den Sirkeci'ye tramvayla değil, yürüyerek gitmeli.

 

Burak Çetinkaya

Burak Çetinkaya1995 yılında Bakırköy'de doğdu. Mor ve Ötesi ve Büyük Ev Ablukada dinlemiyor. Kapuska seviyor ve pembe çoraba bayılıyor.

 

Edebiyat

Tüm Yazılar

Öykü

Kama

Tüm Yazılar