Düşünce

Hamlet'ten Cats'e: Akademide Neoliberal Dönüşüm

   Tuğba Hoşgörür       Mart 2025

Hamlet'ten Cats'e: Akademide Neoliberal Dönüşüm

Gaston Bachelard'ın (1938) Bilimsel Zihnin Oluşumu (La formation de l'esprit scientifique) adlı kitabında sözünü ettiği epistemolojik engellerin (obstacle épistémologique) farkında olunmasına yönelik gösterilen sürekli çaba, bu yazının tetikleyicisi olmuştur. Bachelard, eserinde bilim eyleyicisinin mutlaka ama mutlaka epistemolojik engellere karşı bir farkındalık hali içinde olması gerektiğinin altını çizmiştir. Bilimsel faaliyetler içindeyken, olası önyargılar, varılan çıkmaz sokaklar ve bunlar ile ilişkili olarak üretilen bilgilerde oluşabilecek eksikler/hatalar tekrar -ve tekrar- sorgulanmalıdır. Böylece eski zihinsel şemaları aşarak, hataları belirleyerek ve bunları düzelterek ilerlenir. Bilginin inşası sürecinde bireyin düşüncelerini eleştirel bir gözle değerlendirme ve yanlış kabulleri sorgulama pratiği, kendi ürettiklerini de geriye dönük incelemesine neden olur. Bazen akademik bir ürün ortaya koyarsınız ama gerçekliği tüm yönü ile açığa çıkart(a)madığınızı görürsünüz. Şanslıysanız bazen de gösteremediklerinizi görmenizi sağlayanlar olur. Önceki yazıda yükseköğretimin içinde bulunduğu çıkmazlara güç ilişkileri üzerinden değinmiştim. Ancak bu çıkmazların bazılarının daha derinlemesine açıklanması gerektiğine dair uyarılma/uyandırılma durumu, yazının eksik kalan noktalarının tamamlanması amacıyla konuya açıklık getirilmeye devam edilmesi için itici bir güç oluşturdu. Bu yazıda yükseköğretime neoliberal politikaların dayattığı yeni rol; üniversitelerin piyasalaşması, bilginin metalaşması ve akademik özgürlüğün erozyonu üzerinden işlenmeye devam edilecektir.

Neoliberalizm, yalnızca ekonomik bir doktrin olarak değil; genel bir yönetim zihniyeti, bir toplumsal tahayyül ve hatta bir ülkenin diğer tüm kurumları gibi akademinin de özünü yeniden biçimlendiren halleri ile elimizi uzattığımız hemen her yerde karşımıza çıkmaktadır. Neoliberal politikaların üniversiteyi nasıl dönüştürdüğüne, bilgi üretimini ve eleştirisini nasıl şekillendirdiğine üzülerek tanık olmaktayız. Neoliberalizmin düşünsel alanı daraltan dinamikleri, akademik özgürlüğün sınırlarını da kendi zihniyetine uyacak şekilde belirleyerek, bilimsel üretimi salt piyasa koşullarındaki değerine indirgemektedir. Bu durum, özellikle son çeyrek yüzyıl içerisinde üniversitelerin temel işlevlerinde gözle görülür radikal değişimlere neden olmuştur. Bir zamanlar eleştirel düşüncenin, bağımsız bilimin ve kamusal yararın odağında olan bu kurumlar, günümüz neoliberal piyasa mantığının egemenliğinde işleyen yapılara dönüşmektedir. Akademik özgürlük ve eleştirel düşüncenin yıllarca koruma altında tutulmaya çalışıldığı üniversitelerde, artık neredeyse tam anlamı ile ideal haline gelen yeni bir model hüküm sürmektedir: girişimci akademisyen modeli. Bu modelin dayattığı değerler sisteminin, akademinin özü ile derin bir çelişki içinde olduğu, görmeyi arzu edenler için apaçıktır. Girişimci akademisyen modelinin temelinde yatan piyasa odaklı yaklaşım, bilimsel üretimin doğasını kökten değiştirmiş ve değiştirmeye de devam etmektedir. Her şeyden önce sistemde bir akademisyenin var olmaya devam edebilmesi ve kariyerinde ilerleyebilmesi için ‘makbul' kabul edilen bu modelin kalıbına girmesi kaçınılmazdır. Sözgelimi bugün kolay kolay hiçbir akademisyenin uzun vadeli/boylamsal çalışmalar içinde olduğunu göremezsiniz. Kurumlar da bu araştırmaları desteklemeye yanaşmazlar zaten. Bir akademisyen olarak değerinizi belirleyen, bilginizin derinliği ve bunu paylaşmadaki çabanızdan çok, yaptığınız yayın sayısı, h-indeksi, atıf sayısı, proje geliri gibi sayısal ölçütler üzerinden olmaktadır. Eskiden özellikle temel bilimler alanında yapılan araştırmalar, ticari kaygı gütmeden doğrudan bilimsel keşfe odaklanırken, günümüzde üniversitelerdeki araştırma merkezleri, şirketlerle ortak projeler yürütüp patent alma hedefiyle çalışmaktadır. Ne acı ki bu dönüşüm, derinlikli ve eleştirel araştırmaların yerini kısa vadeli -hatta mümkünse kolaylıkla ticarileştirilebilir türden- projelere bırakarak, akademisyenleri piyasanın anlık taleplerine yanıt veren teknisyenlere indirgemiştir.

Aslında, klasik tiyatroda yıllarca Hamlet oynamış olan akademi; neoliberalizmin sahneye koyduğu Cats müzikalinden gelen rol teklifini kabul etmiştir. Koreografi, sahne tasarımı ve makyaj gibi görsel/fiziksel unsurlar ile donatılmış ancak entelektüel anlamda sığ sularda yüzen müzikal, neoliberalizm rüzgârına kapılan her yerde kısa sürede kapalı gişe oynar hale gelmiştir. Akademinin bu rolü kabul etmesi hiç şüphesiz onun sanatsal anlamdaki çöküşünün bir göstergesidir. Ancak müzikalin dayanılmaz ‘hafif'liği, seyircinin de duruma kısa sürede uyum sağlamasına neden olmuştur. Eğitim sisteminin sanat zevkinin kökünü kurutucu etkisi nedeniyle olacak, seyirci de beklentilerini yeni oyunu değerli bulacak şekilde güncelleyivermiştir. Bu noktada, aslında seyircinin de rolü değişmiştir, o artık ürünün tüketicisi olan müşteridir. Müşterinin alkışları artarak devam ettikçe, oyuncu kariyeri için doğru oyunu seçtiğine, dahası oyunu da doğru oynadığına ikna olmuştur. Artık sanatsal derinlik yerine box-office başarısı için performans sergilemekte ve böylece seyirci sayısına göre değerlendirilmektedir. Ayrıca, akademinin bu yeni rolünde, özgün yoruma ve yaratıcılığa yer olmadığı için özerkliği de bu şekliyle kısıtlanmış olmaktadır.

Wendy Brown (2015), Halkın Çözülüşü: Neoliberalizm'in Sinsi Devrimi (Undoing the Demos: Neoliberalism's Stealth Revolution) adlı kitabında, neoliberal dönüşümün üniversitelerde liberal sanatlar (Liberal Arts) eğitimini nasıl aşındırdığını ele alırken, aslında akademiden geriye kalanların türlü görünümlerini de sergiye çıkarmaktadır. Liberal kelimesi Latince özgür, bağımsız anlamına gelen "liber" kökünden gelir. "Liberalis" ise "özgür bir insana yakışır/yaraşır" veya "özgür bir insana ait" anlamında kullanılmıştır. Liberal sanatlar terimi de buradan gelir -özgür insanlara yaraşır sanatlar/bilgiler. Bu bilgiler, insanların dünyayı yeterince tanıyarak bu özgürlüklerini kullanabilmelerine olanak tanıdığı gibi; toplumsal yaşama aktif katılım ve yurttaşlık görevlerini yerine getirebilmek için de gerekli görülmüştür. Liberal sanatlar eğitiminin tarihsel gelişiminde, Erken Orta Çağ düşünürü Martianus Capella'nın De Nuptiis Philologiae et Mercurii (Filoloji ve Merkür'ün Evliliği Üzerine) adlı eseri önemli bir dönüm noktasıdır. Capella'nın beşinci yüzyılda ortaya koyduğu yedi liberal sanat -gramer, retorik, diyalektik (trivium) ile aritmetik, geometri, astronomi ve müzik (quadrivium)- bin yılı aşkın bir süre boyunca Batı eğitim sisteminin dayanağı olmuştur. Bu sistematik yaklaşım, Antik Yunan ve Roma'nın entelektüel mirasını Orta Çağ'a taşımak yanında, modern üniversitelerin öğretim programlarını da şekillendirmiştir. İnsanın entelektüel ve etik gelişimini bütüncül bir yaklaşımla ele alan bu eğitim modeli, öğrencileri sadece belirli bir mesleğe hazırlamak yerine, eleştirel düşünme, yaratıcı problem çözme ve etkili iletişim becerilerini geliştirmeyi amaçlar. Öğretim programı, tıpkı başlangıcındaki gibi geniş bir yelpazedeki disiplinleri kapsadığı için, öğrencilerin farklı düşünce sistemleri arasında bağlantılar kurabilmelerini, karmaşık toplumsal meseleleri çok boyutlu analiz edebilmelerini, etik muhakeme yapabilmelerini ve farklı kültürel perspektifleri anlayabilmelerini mümkün kılar. Brown (2015), özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Amerika'da zirveye ulaşan bu kapsamlı eğitimi, geniş halk kesimlerinin akademik dünyaya katılımını sağlaması açısından öne çıkartır. Liberal sanatlar eğitimi, ekonomik kalkınmanın ötesinde çok daha derin bir toplumsal işlev görmüştür: İşçi, göçmen ve diğer dezavantajlı grupların çocuklarına, toplumsal hiyerarşinin kıyısından merkezine geçiş imkânı sunmuştur. Batı kültürü, felsefesi, sanatı ve biliminin temel bilgisine sahip olmak, orta sınıfa mensup olmanın en temel göstergelerinden biri sayılmış, hatta çoğu zaman meslek ve gelir düzeyinden daha belirleyici olmuştur. Başka bir ifadeyle, başlangıçta sadece özgür elitlere hizmet eden bu eğitim, dezavantajlı grupları kapsamına alarak, onları özgürleştirici bir işlev de kazanmıştır. "Özgürler için"den, "özgürlük için"e değişen bir yapı... Bununla birlikte günümüzde liberal sanatlar eğitimi her açıdan değer kaybetmektedir. Kültürel paradigmalar onu dışlarken, piyasaların mevcut kayıtsızlığı, devletlerin de bu eğitime yeterli kaynak ayırmamasına neden olmaktadır. Yaygın görüş, liberal sanatların çağını doldurmuş, maliyetli ve işlevsiz bir akademik mirasa dönüştüğü yönündedir. Bu bakış açısı yükseköğretimi toplumsal değer olmaktan çıkarıp, bireysel ekonomik yatırım olarak konumlandırırken, eğitimin kamusal niteliğini de zayıflatmaktadır. Akademik araştırmalar yoluyla bilgi üretme temel amacı ve mantığı ile kurulan Türkiye'deki fen ve edebiyat fakültelerinin yaşadıkları sorunlar da -benzer şekilde- eğitimin metalaşması ve piyasalaşması sürecinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu fakültelerde piyasa odaklı yaklaşımın baskın hale gelmesiyle, temel bilimler ve beşerî bilimlerin toplumsal değeri, "istihdam edilebilirlik" kriteriyle ölçülmeye başlanmıştır. Bu fakültelerin mezunlarının iş bulma zorluğu ya da düşük ücretler, öğrencileri görece daha "piyasa dostu" bölümlere yöneltmiştir. Piyasalar ile iş birliği içinde çalışan üniversite yönetimleri ise bu bölümlerin pek çoğunu bir yük olarak algılamaya başlayarak, onlardan kurtulmanın yollarını aramakta ya da çeşitli şekillerde etkisizleştirme yoluna gitmektedirler.

Neoliberal politikaların üniversiteler üzerindeki yıkıcı etkisi, Henry Giroux'nun (2017) Neoliberalizmin Yükseköğretime Karşı Savaşı ve Kamu Entelektüellerinin Rolü (Neoliberalism's War against Higher Education and the Role of Public Intellectuals) adlı çalışmasında iki çarpıcı örnek ile somutlaştırılmaktadır. Bunlardan ilki, Florida Valisi Rick Scott'un eğitim komisyonunun, piyasanın talep ettiği bölümlerin öğrenim ücretlerini düşürme girişimidir. Bu uygulama, üniversitelerin demokratik toplumu güçlendirecek eleştirel bireyler yerine, sadece iş gücü yetiştirmeye odaklanması gerektiği düşüncesinin açık bir mesajıdır. İlanları görür gibiyim: Bu kampüste indirim var! Kontenjanla Sınırlı, Acele Edin! İkinci örnek ise, BB&T Şirketinin Marshall Üniversitesinin İşletme Fakültesine yaptığı bir milyon dolarlık bağışın koşulu olarak Ayn Rand'ın Atlas Vazgeçti (Atlas Shrugged )kitabının öğretim programına dahil edilmesini talep etmesidir. Bu talebin nedeni ise kitabın Kongre Üyesi Paul Ryan'ın en sevdiği kitap olmasıdır. Bu durum, üniversitelerin akademik içeriklerinin dahi piyasa çıkarları doğrultusunda şekillendirildiğinin acı bir göstergesidir. Şu mesajı verir: Yeterli paraya sahipseniz, eğitim düzeyinize ve kim olduğunuza bakılmaksızın size yükseköğretimde içerik oluşturma hakkı verilir. Bu nasıl bir hadsizliktir? -Her iki taraf için de... Bu iki örnek, artık yükseköğretim kurumlarının iş gücüne yönelik birer araç haline geldiğinin, akademik disiplinlerin değerinin ise piyasa içindeki değişim değeriyle ölçüldüğünün ispatıdır. Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki, neoliberal ekonomi politikaları akademinin özerk ve eleştirel yapısına derinden zarar vermektedir.  Giroux (2017) ve Brown'un (2015) anılan çalışmalarının bu yazı için seçilmesinin -konunun çakışması dışındaki- diğer nedenini, çalışmalarında belirttikleri ortak kaygı oluşturmuştur. Her iki akademisyen de bilimsel odaklı, sorgulayıcı, eleştirel kapsamlı nitelikli bir eğitimden yoksun kalan gençlerin, katılımcı ve bilinçli bir yurttaşlık anlayışına tehdit oluşturarak, demokrasinin temelini sarsacakları konusunda hemfikirdir. 

T.S. Eliot'ın "The Hollow Men" (Oyuk Adamlar) şiirinin son iki dizesi akademinin içinde bulunduğu yol ayrımını özetleyen etkileyici bir metafor sunmaktadır: "This is the way the world ends, not with a bang but a whimper.~İşte böyle kopar kıyamet/Gümbürtüyle değil iniltiyle" (çev. Suphi Aytimur). Akademik özgürlüğün ve eleştirel düşüncenin kalesi olan bu kurumlar, bizi uyandıracak büyük patlamalarla değil, küçük iniltilerle piyasa mantığına teslim olmaktadır. Bu kritik kavşakta, akademinin geleceğiyle ilgili temel bir tercih yapılmak zorunda. T.S. Eliot'ın ‘inilti' metaforu, aslında pasif bir kabulleniş değil, bilimsel bilginin çöküşüne karşı farkındalık taşıyan az sayıda akademisyenin yönelttiği itirazlar olarak da ele alınabilir. Akademik özgürlüğü ve eleştirel düşünceyi korumak için, bilim eyleyicilerin, piyasa mantığının üniversiteler üzerindeki hegemonyasına karşı bilinçli bir duruş geliştirmeleri gerekmektedir. Üniversiteler işlevlerini piyasanın güdümünde gerçekleştirmeye devam ettikçe, insanlığın ortak bilgi birikiminin ve eleştirel düşüncenin de sonunu hazırlayan kurumlar haline gelmeleri kaçınılmaz görünmektedir.

Yazar'a ait Diğer Yazılar

Tuğba Hoşgörür

 

1976 yılında Eskişehir'de doğdu. Lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Öğretmenliği bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi programında tamamladı. Eskişehir'de öğretmenlik ve okul yöneticiliği yaptıktan sonra, 2010 yılında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Yönetimi Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. 2024 yılının Temmuz ayından itibaren Toronto Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak araştırmalarına devam etmektedir. Araştırma ilgi alanları; eğitimde eşitsizlikler, eğitim ve mekân ilişkisi ile yoksulluk ve eğitim ilişkileri üzerine yoğunlaşmaktadır.