Büyük Kadınlar
Genelde elime aldığım kitabı bir oturuşta bitiririm. Son aylarda iki kitabı okumak için uzun zaman harcadım. Biri Ali Ayçil'in Karşı Roman'ı, diğeri de Neslihan Altun'un Anmadan Olmaz Düğün Çiçeklerini adlı şiir kitabı. İkisi de ince ama kalın gelen kitaplardı.
İnternetle uğraşmaya başlayınca okurun cinsiyetçi bir önyargısını keşfettim. Bilmedikleri bir erkek yazara rastladıklarında onu okumuyorlar ama bir kadın imzasına denk geldiklerinde, tanımasalar da bir fırsat veriyorlar. Kadınlar da bunun farkında olmalı ki dergilerde ya da sosyal medyada çoğu zaman gençlik fotoğrafları ile görünmeyi seçiyorlar. Kitapçı rafları kadın öykücülerin birbirinden kötü kitaplarıyla dolu. Yazarı erkek olsaydı o dosyaların çoğu yayıncı bulamazdı. Demek ki yayıncılar da kadın yazar yayımlamanın avantajının farkında.
Uzun zamandır iyi şiiri mumla arıyorum. Yıllar önce Enver Ercan'ın aracılığı ile Nilay Özer'in şiirlerini okumuş, çok sevmiştim. Şu aralar Neslihan Altun ve Sezin Seda Altun'u keşfettim. Ebru Özden bana ikisinin akraba olmadığını söyleyince soyadlarının aynı olduğunu fark ettim. Demek ki isme değil şiire odaklanmışım. Şiirin bir altun çağı.
Şiir söz konusu olduğunda okur cinsiyetçiliği bir tarafa bırakıyor, kadın dahi olsa okumuyor. Edebiyat dünyasında da şairleri görmezden gelme durumu var. Nilay Özer'in ilk kitabının üzerinden on beş yıl geçti. Onu hiçbir derginin kapağında görmedim, hakkında ciddi bir değerlendirme okumadım. Eskiden beri bizim edebiyatımızın bir sosyetesi var. Ahmet Hamdi Tanpınar örneğinde olduğu gibi bu sosyeteye giremezseniz, sükût suikastına uğruyorsunuz. Adını andığım kadın şairler de böylesi bir sükût suikastına uğradı. Türkiye'de kadın hakları savunuculuğunun bir kariyer yapma biçiminden başka bir şey olmadığını, SEL yayınlarının grafikeri tacize uğradığında hep birlikte görmüştük. Beyoğlu'na çıkıp kendini göstermek için evde kadın cinayeti haberi bekleyen fırsatçılar, SEL yayınlarındaki olay üzerine ne bir açıklama, ne de bir eylem yaptılar. Böyle bir şey hiç olmamış gibi davrandılar.
"Türk yazarıyım" dediği için Yaşar Kemal'in Nobel almasını engelleyenler, utanmasalar Selahattin Demirtaş'ı aday gösterecekler. Türkiye'de Kürtler'de ya da eşcinsellerde olana benzer, sahici bir kadın dayanışması yok. Kadınlar birbirini desteklemiyor. Aslında edebiyatta cinsiyete, etnik aidiyete ya da inanca dayalı sınıflandırmalar yapmak doğru değil ama ne yazık ki biz bu işi seviyoruz. Zamanında Sombahar dergisi "Müslüman şairler" dosyası yaptığında herkes buna balıklama atlamıştı. Şiir Atı dergisini çıkaranlar birbirine hiç bu gözle bakmadı. Edebiyatta bütün tanımlamaların dil üzerinden yapılması gerekir.
Nilay Özer ve Neslihan Altun arasında bir dil birliği var. İlhan Berk kendi şiirini Ahmet Haşim'e bağlardı. Onun Piyale'ye yazdığı önsözden çok etkilenmişti. Garip şiirinin "söz söyleme" çabasına çok karşıydı. Bir şey söylemesi gerekmeyen, saf bir dil peşindeydi. Dünya genelinde avangard şiirin ortak tavrıdır bu; anlam iletmek zorunda değildir modern şiir ama şaşırtıcı, yeni, keyif veren bir dile sahiptir. Yeni şiirin dile bakışı Miro, Kandinski, Maleviç gibi modern ressamların renkle olan ilişkisine benzer. Viktor Şklovski yabanların şarkılarının anlamsız nidalardan oluşmasına dayanarak başlangıçta şiirin anlamının olmadığını iddia etmişti. Mayakovski şiirin başlangıcının nağme olduğunu düşünüyordu. Rus Fütüristleri "zaum" dedikleri örtük bir şiir dili geliştirdiler. Yabancı dillerden anlamını bilmedikleri sözcükleri, kulağa hoş geldiği için şiirlerinde kullanıyorlardı. Aslında modern şiirin dili, Baudelaire'in sembolde gösteren ile gösterilen arasındaki benzerlik koşulunu kaldırmasıyla başladı. Artık semboller, okur neyi yakıştırıyorsa onu işaret ediyordu. İsmet Özel dil lezzetini koruyarak anlam iletmeyi başardığı için İkinci Yeni şiirini bir adım ileri taşıdı. Kemal Özer ilk kitabında İkinci Yeni'nin diline sahipti, sonra şiirini propagandaya feda etti. Derken söz konusu dil 80' Kuşağı şairlerine geçti. Adnan Özer, Osman Konuk ve Haydar Ergülen kuşağın yıldızlarıydı. İşçilik olmaktan çok bir buluş niteliğinde, yeteneğe dayalı bir şiirdir bu. İsmet Özel bu tarzın bir yaştan sonra sürdürülemeyeceğini, o yüzden Bir İbrahim Masalı adlı kitabının Erbain'deki şiirlere bir şey katmadığını söylemişti. Yani yazanın, bırakacağı yeri bilmesini gerektiren bir şiir. Örneğin Cemal Süreya ve Haydar Ergülen bunu bilemedi.
Bu dili kaybolmaya yüz tuttuğu sırada Nilay Özer'de, yıllar sonra da Neslihan Altun'da okudum. Bir söyleşisinde Neslihan Altun'un edebiyat hakkındaki bilgisinin naivliğini gördüm. Aynı söyleşide kurmaca yazmanın şiir yazmaktan daha zor olduğunu çünkü çok fazla okuma gerektirdiğini ifade ediyordu. Kendi şiiri zekâ ve yeteneğe dayalı. Büyük futbolcular gibi Neslihan Altun da neyi nasıl yaptığını bilmiyor, yalnızca yapıyor. Topa gelişine vurmak gibi. Gelişine vurduğunuz top çerçeveyi tutarsa harika bir gol olur.
Bu tarz gerçekten çok etkileyici ama İsmet Özel'in dediği gibi bir yaştan sonra sürdürebilir değil. Böylesi yeteneklerin söyleşilerini okuduğunuzda Stefan Zweig'ın "Satranç" öyküsündekine benzer bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Neslihan Altun ilerde bir entelektüel olduğunda, şiiri tükenecek. O zaman da onunla konuşmaktan, düzyazılarını okumaktan keyif alacağız. Limandaki ihtiyar, tahta bacaklı felaket habercisi gibi olmak istemiyorum ama deneyimim böyle söylüyor. Bununla birlikte Neslihan Altun'un aynı kitabı genişleterek yayımlaması, şiirini sulandırarak kıvamını seyreltmediğini gösteriyor ki bu iyi bir şey.
Yazma konusunda çok yetenekli bir kadın vaktiyle bana otelde oda tutup, orada kitap okuduğunu anlatmıştı. Daha sonra bu sahneyi The Hours filminde seyrettim. Bir ev kadını, otelde oda tutup burada Mrs. Dalloway'i okuyordu. Kimi kadınların benim nüfuz edemediğim ama derinliğinden şüphe etmediğim bir iç dünyası var. O dünyayı gizliyorlar, hep elbisenin altında kalıyor.
Çocukluğumda Adnan Özer'le kadınların şiir yazarken erkek kılığına girdiklerini konuşmuştuk. Sezin Seda Altun, kadın kalarak şiir yazmasıyla dikkatimi çekti. Genelde okur şairi soyar, herkes aynı şiiri okur ama kendi şairini soyar. Okurlar kendisinin kalması için şairlerle tanışmak istemez. Ben Sezin Seda Altun'un okurun önüne çıplak çıkmasına hayran kaldım. Okurken bu duruma alışık olmadığınız için eliniz ayağınız birbirine dolaşıyor. Türkan Şoray'ı çıplak görme tedirginliği. Erkekler mısralarda üryan dolaşma hakkının bir tek kendilerinde olduğunu sanıyorlar. Yıllar önce sarhoş bir kadın yakama yapışıp beni tehdit ettiğinde ezberim bozulmuştu, ne yapacağımı bilememiştim. Aynı telaşı Sezin Seda Altun'un şiirlerini okurken duydum. Bizim alışkın olduğumuz şair; mavi gözlü dev bir erkek olacak, minnacık bir kadını sevecek.
Eskiden edebi kuşaklara yaratıcı adlar bulunurdu. 90'lı yıllarda döneme iz bırakacak bir edebiyat hareketi görülmedi. Son on beş yılda ise kadınların şiire damga vurduğu kesin. Edebiyat tarihçileri ya da eleştirmenler bir biçimde bu gidişi adlandıracaktır elbet.
Yazar'a ait Diğer Yazılar
Alper Çeker
Alper Çeker 1972 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Osmanlıca'dan çeviriyazı ve sadeleştirmeler, Rusça ve İngilizce'den çeviriler yaptı. Telif eserleri arasında Gece Şehre Dedi ki, Reziller, Kurt Cobain ve Seatle Olayı, Devrana Girip Seyran Edelim ve Kan Kardeşi Tarantino vardır.